Yılbaşından 1 gün önceydi sanırım. Hani olmaz ya belki olur diye evde her zaman test bulunduruyordum. 1 dakika bekledim. Olsa hemen çıkıyor diyorlardı çünkü. Hayatımda belki 30 tane test yapmış olduğum ve hep aynı hüsranla karşılaştığım için salaksın Sinem dedim. Baya sesli konuştum aynada kendime bakarak. Ne bekliyordun ki sanki? Salona geldim bi nefes aldım biraz dolanıp testi atmak için banyoya girdim. Böyle belli belirsiz silik pembe bi çizgi. Hakikaten delirdiğimi veya halisünasyon gördüğümü düşündüm. Biraz sonra çizgi kırmızı olmaya başladı. Gülerek ağlamaya başladım. İnanamıyordum çünkü. Beril’e kavuşmak için 3 yıl bekleyen üstüne 1.5 tedavi gören ben şimdi sürpriz bir şekilde hamileydim.
Uğur’u aramak
istedim ama telefonda istediğim tepkiyi vermeyeceğini biliyordum. Yüzüne
söyleyince de çok bir tepki vermedi ya neyse. Hemen kuzenim Merve’yi aradım.
Beraber çığlıklaşarak gülüşerek ağladık. Hayatımda heycandan elimin ayağımın
titrediği nadir anlardan biriydi gerçekten. Akşam Uğur gelince sana yılbaşı
hediyesi aldım diyerek bir klişe örneği olarak testi hediye paketine koymuştum.
Bi 8-10 kere yok artık, şaka, ciddi misin demiştir herhalde.
İlk 3 ay 2 kez
bağırsak enfeksiyonu (Beril’de de olmuştu) üstüne kusmalar ve mide
bulantılarıyla dolaştım. Beril’de düşük tansiyon vardı sadece. Sonraki 3 ay
gayet tatlıydı, ta ki doktorumun kasılmalar olduğunu söyleyene kadar. Karnım
aşırı büyük, suyum aşırı fazlaydı. Beril’di, işler güçlerdi derken kendimi
fazla yorar olmuştum. Dinlenme dönemine geçtim. Haftada 3-4 kasılma oluyordu.
Son 3 ay
kasılmalar arttı. Yazdı. Göbeğim 36 aylık hamile bir fil kadardı. Çırpı gibi
bacaklarım ve belim beni zor taşıyordu. Kasılmalar temmuz ortasından sonra
stres sebebiyle iyice arttı. Erken doğuracağım diye daha çok stres olmak kadar
saçma bir şey yoktur herhalde.
İlaçlar
dinlenmeler derken 39+4’te gece 11 gibi kasılmalarım sıklaşmaya başladı. Tamam
dedim işte bu. Duş aldım, saçımı yaptım, son eksikleri tamamladım. Annem
yanımdaydı neyse ki. Endişeli bakışlarla sabaha kadar plates topunda esnedim.
11’de 20 dakikada bir gelen sancılar sabah 5’te 4 dakikada bir olunca annemin
ısrarlarına dayanamayıp Uğur’u uyandırdım. Dedim kalk doğuruyorum. Hemen mi
dedi. Bi traş olabilir miyim diye sordu. Komik adam vesselam.
6’da 3 dakikada
bir olunca 5 dakika uzaklıktaki hastanemize gittik. Sancı aralarında
yürüyemiyor oturmam gerekiyordu. Ama seviniyordum çünkü Ege’yi de normal
doğurabilecektim. Herşey olması gerektiği gibiydi. Gel gelelim hastaneye
girince direk yatağa yatırdılar. 4 cm açıklığım vardı. 8’de doktorum geldi ve
hala 4 cm’deydim. İyiyim dedim ama yatmasam dolaşsam daha iyi. Tam o esnada
Beril’de beni perişan eden suni sancı makinası geldi. Neden dedim, istemiyorum.
Benim sancım var!
Doktorum sağolsun
iyidir hoştur ama biraz acelecidir. Beril’i de hastaneye girdikten 2 saat sonra
doğurmuştum. Suni sancı 9 gibi takıldı ve ondan sonraki 1 saat hiç de hoş
değildi. Doğumun annenin rahat edeceği ve yavaş yavaş ilerleyeceği bir an
olması lazım. Ama o an elbet doktorun bir bildiği vardır diyor insan. Neyse.
Sonra suyumu
patlattılar kontrol için. Herhangi bir problem yoktu. Sonra yatak değiştirmek
için ayağa kalktım ki amanın. Herhalde bir kova su vardı içimde. Heryer göl
oldu. Çok enteresan bir şeymiş çünkü Beril’de suyum kritik seviyelerdeydi.
Normal doğum
sancıları o kadar da dayanılmayacak bir şey değil. Ama suni sancı kelimenin tam
anlamıyla dayanılamayacak kadar beter bir şey. Üzerine bir de gece 1 dakika
bile olsun uyumamış olmamın verdiği yorgunlukla sancılarla baş edemez hale
gelmiştim. 10’da doktorum geldi ve doğumhaneye gitmek için hazırlıklara
başladık. Son ana kadar odamda Uğur’la beraber olmak gerçekten güzel bir şeydi.
İki doğumumun da bu şekilde olmasından dolayı kendimi çok şanslı hissediyorum.
Sancılar 1 dakikadan
daha kısa bir sürede geliyordu. Tekerlekli sandalye için ayağa kalktığımda
oracıkta doğurucam sanıyordum ama o iş o kadar da kolay değildi tabii ki.
Beril inanılmaz
hızlı ve kolay doğmuştu. Hele bi de bu ikinci peheyy fırt diye doğururum
sanıyordum ki öyle olmadı. Doğumhane kapısında eşimle vedalaştık ve içeri
girdim. Masaya çıktım. Karnım öyle büyüktü ki 3 hemşire bana sürekli yardım
ediyordu sağa sola düşmeyeyim diye. Doktorum geldi hemşirelerle beraber. Üstten
bastırmasını söyledi hemşireye. Aynı anda kendisi de müdahale edince baya bi
ciyakladım. Dedim beni biraz rahat bırakın bekleyin. Stresten ıkınamaz
olmuştum.
Sonra doktorum
gitti 10-15 dakika boyunca hemşire ve ebelerle kaldım. Ellemeyin kendisi
doğursun dedi. Önce sakinleştim. Sancıları hissetmeye ve içimden geldiği zaman
kendi kendime ıkınmaya başladım. Tabii ki yanımda 4-5 kişi vardı ama sadece
izliyorlardı. Ama bir sorun vardı sanki. Ne kadar ittirsem de Ege’nin
ilerlediğini hissetmiyordum. Doktorumu istedim.
Doktorum gelince
hemşire ve ebeler beni sırtımdan hafif kaldırdılar ıkınmam için. O zaman daha
rahat ıkınır oldum. Yine de beril 3 ıkınmada doğmuştu. İçimden balık gibi
kayışını hala hatırlıyorum. Ama Ege Beril’den 400 gram daha kiloluydu ve kanala
kolu ile beraber girmişti. Doktorumun kolunu ittirdiğini hatırlıyorum içeriye
doğru. Sonra 2-3 ıkınmada başı çıktı. Biraz rahatlamıştım ki bir telaş bir
panik. Kordonu suratının etrafına dolanmıştı. Hem kol hem de kordon olunca ilk
başta kanalda ilerleyememişti tabii ki. İtiraf ediyorum o an biraz ümitsizliğe
kapılmıştım. Kendi kendime acaba forseps mi yaparlar yoksa vakum mu diye
düşünüyordum.
Sonra omuzları
çıkarken de bi tur ciyakladım ve herşey başladı. Benim ciyaklamamın bitişi ile
onunki buluştu sanki. Sonra sessiz sakince onu dinledim. 14 kilo aldığım
hamileliğimde 3.400 bir evlat doğurmuştum. 2 Eylül Cuma 2016, saat 10.30’da. Bora Ege Kocabaş.
Onu giydirip
babasına götürdüler, benim dikişlerim plasenta derken titremeye başladım.
Hemşirenin üstten 1 defa bile bastırması bende çok kötü bir etki yaratmıştı.
İnanılmaz bir kanama ile baş başaydım ama henüz o an farkına varamamıştım.
Bembeyaz bir şekilde odaya geldim. Ege’yi aldığım an yaşadığım duygu Beril’i
kucakladığım andan çok farklıydı. Sanki Ege’yi de Beril kadar tanıyormuş
gibiydim. Aynı Beril’i şu an sevdiğim kadar seviyordum. Daha hiçbir şey
yaşamamıştık oysa. Nasıl böyle sevebilmiştim?
Alıp hemen emzirmeye
başladım. Hemşireler a aaa Anne kendisi emziriyor dediler. Kim emzirecekti ya
evladım? Sonra bolca sarılıştık koklaştık. Canım arkadaşım Ceren ben doğumdan
çıktığımda gelmişti bile. 11 gibi gidip annemle Beril’i getirdi evden. 1-2 saat
kadar beraber kaldık. Beril kardeşini sevdi bana sarıldı. Adeta bir polyanna
gibi davrandı. Yaklaşık 10 gün sonra kimsenin evde olmadığı bir gün ağlama
krizine girdi ve hisleri patladı. O kadar olgun ki benim kızım.
Sonra eşimin iş
yerinden bir arkadaşımız geldi ziyarete sohbet muhabbet iyi ama ben
geberiyordum. Dedim kusura bakmayın ben uyuyacağım çünkü 36 saat olmak üzere ve
doğum yaptım. Onlar gittiler, ben dinlendim, emzirdim, şükrettim.
Üzerimi
değiştirmek için kalktığım sırada hafif bir baygınlık geçirdim gibi oldu. Gözüm
tam kararmadan yatağa attım kendimi. Tansiyonum çok düşüktü. O gece hastanede
kaldık. Bütün gece Ege’yi koynumda yatırdım. Hala da sabaha karsı koynuma
alıyorum. Keşke Beril’i de alsaymışım diyorum.
Sabah nurtopu
gibi bir demir eksikliği ile eve döndük. Yaklaşık 1 hafta kadar eylül ayında
herkes tişört giyerken ben kazakla dolaştım. Betim benzim atıktı. İnanılmaz
yoğun bir şekilde kanamam devam ediyordu. Sonra yavaş yavaş toparladım. 28 gün
annem yanımdaydı, ki bu inanılmaz bir şey. Kayınvalidemler görümcem kardeşlerim
herkes geldi yardım etti.
Şimdi Ege 3 aylık
ve Beril 3 yaşında olmak üzere. Çok şükür herşey yolunda. Belki bu doğum
hikayesi sizlere çok pozitif gelmeyebilir ama benim için yine de gülümseyerek
hatırlayacağım bir anı. Beril’in doğum hikayesi de burada.
Sevgiler,
Sinem.